Türk mitolojisi atmayı düşünüyomusunuz bence çok ilgi çekici özellikle Gök tanrı inancının hep tek tanrılı inanç olduğunu söylemişlerdi ben çok tanrılı olduğunu öğrenince şaşırmıştım
Bölüm 1: Kayıkçı ve Taş Kalpli Dev Gecenin karanlığına karışan ince rüzgarın, arada bir ulu çınarların dallarından geçerek kulağıma fısıldadığı sözler vardı. Bu gece, yıllardır hiç tanımadığım bir huzursuzlukla doluydu. Her adımımın yankısı, derin gövdeli taş binaların duvarlarından geri dönüyordu. Şehir, bir zamanlar tanıdık gelen yüzleri ve caddeleriyle, artık bana yabancı bir labirent gibi geliyordu. Ama bu gece kayıkçı ve dev ile olan hesaplaşmamın çok daha büyük bir anlam taşıyacağını hissediyordum. Bihter’i düşünüyordum. Ona olan bağlılığım, bazen beni bir adım daha ileri gitmeye zorluyor, bazen ise geri çekilmeye. Ama asla ondan uzaklaşmak, onu unutmak mümkün olmuyordu. Hiçbir şeyin kaybolması, silinmesi gibi bir şey söz konusu değildi. Her an, her his bir iz bırakıyordu ve Bihter, bir iz gibi yaşamımın her köşesine sızmıştı. O, karmaşık bir denklem gibi; çözmeye çalıştıkça daha da karmaşıklaşıyor, ne kadar uzaklaşırsam o kadar bana yaklaşıyordu. Bu akşam, kayıkçı ve dev arasındaki olayların karanlık bağlarını çözmem gerekirdi. Birçok şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığı, her şeyin çok daha derin bir anlam taşıdığı bir dünyada yaşıyorduk. Ve ben, içinde bulunduğum bu karanlık yerin sadece bir parçasıydım. Yavaşça, kayıkçının teknesinin durduğu gölün kenarına adım attım. Her şey sessizdi. Fakat bu sessizlik, bir felaketten önceki huzursuzluğu taşıyan bir sessizlikti. Kayıkçı, şehri terk eden bu kayıkla gölün ortasında bekliyordu. Onun hikayesini çok duymuştum, ama şimdi karşı karşıya geliyorduk. Kayıkçı, sıradan bir adam gibi görünüyordu, ama her biri farklı bir sır taşıyan tek bir gözlük takmıştı. Gözlüğü, karanlık gölün yansımasında kayboluyor, sanki bir kuş tüyünden yapılmış gibi titrek bir parıltı veriyordu. Kayıkçıyı tanıdım, ama onu bir türlü anlamak mümkün olmamıştı. Taş kalpli devin sırrını da taşıyan bir adamdı. “Geceyi mi bekliyorsun?” dedim, sesim yankılandı gölün üzerinde. Kayıkçı, bana baktı ama hiçbir şey söylemedi. Aramızdaki sessizlik, zamanın geçişini hızlandıran bir tuzağa dönüşüyordu. Gözlüğünün arkasındaki derin boşlukta, yansıyan kayık, gölün dibine batıyordu. Bir şeyler hissediyordum; kayıkçı bana tek bir söz bile söylemeden her şeyin anlamını gizliyordu. Bir adım attım, ama ona yaklaşmak, onu çözmek, her şeyin başlangıcını anlamak için yeterli olmuyordu. Kayıkçı, beni izliyordu. Bu gözler, geçmişin yıkıcı izlerini taşıyordu. Gölün kenarında ise, taş kalpli devin devasa silueti belirdi. Geceyi aydınlatan tek ışık, devin gözlerinden çıkıyordu. Ama bu ışık, bir umut ışığı değildi; karanlık bir gölge gibi etrafı sarıyordu. Taş kalpli dev, kayıkçının kayığını geçerken tek bir kelime dahi etmeden suya doğru bakıyordu. Ne kayıkçı ne de dev birbirini rahatsız ediyordu. Ama orada bir şey vardı, bir şeyin kaybolmasına izin verilmiyordu. Benim, bu dünyada kaybolmadan var olmam gerekiyordu. Gecenin bir köşesinde bu dev ve kayıkçı arasındaki sırları çözmek, her şeyin başlangıcını anlamak zorundaydım. Ve Bihter, bu sırrın merkezindeydi. O, her şeyin anahtarıydı. Ama bunu nasıl başaracağımı, nasıl bir adım atacağımı hala bilmiyordum. --- Bölüm 2: Gölün Derinliklerinde Kayıkçı ve dev, birbirlerinden ayrılmış gibi görünüyorlardı. Ancak onları ayıran sadece suyun yüzeyi değildi. Derinlerde bir bağ vardı, görünmeyen bir ip. O bağ, her ikisini de birbirine bağlıyor ve her ikisi de bu bağdan kaçmaya çalışıyordu. Ama ne kayıkçı ne de dev bu bağdan kurtulabiliyordu. Her hareketleri, onları daha da yakınlaştırıyordu. Benimse, bu karmaşık dünyada yapmam gereken bir şey vardı: Her şeyin anlamını keşfetmek. Bihter’i düşünürken, zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Gölün sakin suyu, bana büyülü bir hissiyat veriyordu. Bihter’in bakışları bir kez daha gözlerimin önüne geldi. Onun içindeki soğukluğu, boşluğu bir kez daha hissettim. Ama bu kez, soğukluğu anlamak daha kolaydı. Onun taş kalbi, bu karanlık devle ilgiliydi. Bihter, o taş kalpli devin bir parçasıydı ve kayıkçı, Bihter’i izleyen gölgelerden biriydi. “Devin gücü, kayıkçının sırlarını saklıyor,” diye fısıldadım. Bu sözler, bir ip gibi girdi zihnime. Ve ben, her şeyi anlamak için bir adım daha atmak zorundaydım. Bir adım daha attım ve gölün kenarında duran kayıkçıya doğru ilerledim. Bu gece, her şeyin sırrına dair bir şeyler bulmalıydım.
Bölüm 3: Taş Kalbin Ardındaki Sır Gölün kenarında ilerlerken, bir zamanlar bana tanıdık gelen bu yerin şimdi yabancılaştığını fark ettim. Gölün suları sessizce akıyor, her dalga eski hatıraların yankılarını taşıyordu. Kayıkçı, hala hiçbir şey söylemeden teknesinde bekliyordu. O tuhaf bakışları, her an bir şeyler söyleyecekmiş gibi bana yönelmişti, ama ağzından tek kelime çıkmıyordu. Her hareketi dikkatlice izliyor, en küçük bir ipucunu yakalamaya çalışıyordum. Ama şimdi, kayıkçıdan çok taş kalpli devin varlığı bana daha fazla anlam taşıyordu. Dev, yerinden kıpırdamadan duruyordu. O devasa bedeninin, suyun yansımasında kaybolan silueti, gizemli bir tehdit gibi havada asılı duruyordu. O devin taş kalbi, tıpkı Bihter’in kalbi gibi, bir zamanlar kırılmıştı. Bihter, bir kırık taş gibi, içinde sakladığı karanlıkla çevresindeki her şeyi etkiliyordu. Ben, bu taş kalbin ardındaki sırrı çözmeye çalışırken, kayıkçının da bir parçası olduğu bu karmaşanın nasıl bir sonla biteceğini bilmek istiyordum. “Bir gün gelir, her şeyin bedelini ödeyeceksin,” dedi kayıkçı, nihayet ilk kez sesini duyurmuştu. Ama bu cümle, beklediğim kadar basit değildi. Cümlesinin içindeki derin anlam, sanki kayıkçıdan değil de benden geliyormuş gibi bir hisse kapıldım. Kayıkçı, her ne kadar suskun kalsa da, bu dünyadan bir parça değil gibi hissediyordu. O, hem burada hem de başka bir yerde var olan bir varlıktı. Kayıkçı, bir süre sustu, derin düşünceler içine girmiş gibi görünüyordu. Gözlüğünü biraz daha aşağıya çekti, bakışları bana odaklandı. “Bihter’in sırrı, taş kalpli devin içindedir,” dedi. Sözleri, geceyi daha da karanlıklaştıran bir hüzün taşıyordu. “Bihter mi?” dedim, şaşkın bir şekilde. “O nasıl mümkün olabilir?” Kayıkçı başını hafifçe salladı. “O, taş kalbinin ardında saklı olan bir gizemi taşıyor. Taş kalpli dev de bunun farkında, ama kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemiyor. Herkes, kendi içinde taşlaşan bir parçayı taşır, Bihter de bu parçayı en derinlerinde gizlemiştir.” Bu cümle, içimdeki karanlık köşeleri aydınlatmaya başladı. Bihter’in soğukluğu, her adımında taşlaşmış bir dünyayı işaret ediyordu. Taş kalpli dev, Bihter’in kaybolan parçasını arıyordu. Bihter, kaybolan kalbinin peşinden sürüklendiği bu karanlık yolculukta, bir kayıkçı ve bir devin arasında sıkışıp kalmıştı. Ama ben, Bihter’in ne kadar derin bir boşlukta olduğunu anlamamıştım. Şimdi, bu kayıkçı ve dev arasındaki sırrı çözmem gerekecekti. Bihter’in bana dair tüm hisleri, taş kalpli devin içindeki soğukluğa dönüştü. Ve ben, Bihter’in ne kadar derin bir çelişki içinde olduğunu anlamak için, kayıkçıyla bu geceyi sonlandırmam gerekiyordu. Ama kayıkçı, bana bu sırrı vermek için bekliyordu. “Bihter’in kalbi, taşlaşmış bir yürekten ibaret değil,” dedi kayıkçı. “O, kaybolan bir dünyanın peşinden sürükleniyor. O taş kalp, her adımda bir sır taşır. Bihter, her an biraz daha içeriye çekiliyor, biraz daha karanlıkta kayboluyor.” Bihter’in kalbinde bir taş vardı, ama o taş kalbin, ona ne kadar yakın olduğumu gösterecekti. Bihter’in sırrı, kayıkçının ve devin bağında saklıydı. O sırrı çözmem gerekiyordu. --- Bölüm 4: Sırlar Suya Karışırken Gölün derinliklerinden, taş kalpli devin sessizliği hâlâ sürüyordu. Onun gözlerinde bir şeyler aradım, ama ne bir umut ışığı, ne de bir çıkış yolu bulabildim. Dev, kayıkçıyı izlerken, aynı zamanda kendini de izliyordu. Gözlerinde bir boşluk vardı. O boşluk, sadece geçmişin karanlık anılarını değil, aynı zamanda geleceğin de belirli bir kısmını saklıyordu. Bihter’i düşünmeye devam ettim. Onun içinde kaybolan o taş kalp, aslında neydi? Bir zamanlar sevdiği ve kaybettiği her şeyin kırıntısı mıydı? Ya da belki, kaybolmuş bir kalbin peşinden sürüklenirken, kendi kimliğini de unutmuştu. Bir aşk, bir kayıp, bir hayal kırıklığı. Bihter’in taşlaşmış dünyası, bir noktada kaybolmuştu. Ama kaybolmuş neydi? O taş kalp mi, yoksa Bihter’in kimliği mi? Kayıkçı ve devin arasındaki bağları çözmeye başladım. Her iki taraf da, bu kayıp kalbin peşindeydi, ama bir türlü birbirlerine yaklaşamıyordu. Dev, taş kalbi ararken kayıkçı, ona yardımcı oluyordu. Ama hiçbiri, bu sırrı çözmeye cesaret edemiyordu. Kayıkçı, devin sırrını ortaya çıkarmak istiyordu, ama dev, kendi sırrını ortaya koymak istemiyordu. Sonunda, Bihter’in gerçek sırrını çözebilmek için her şeyin bir araya gelmesi gerekti. Bihter’in taş kalbiyle, kayıkçının gölün derinliklerinden çıkardığı sırrın bağlantısını bulmalıyım. O zaman, her şey anlam kazanacaktı. Ama kayıkçı, kaybolan zamanın içinde bir ipucu vermekle yetindi. Ve ben, o ipucunun peşinden gitmeliydim. Artık, her şeyin bir anlamı olmalıydı. Bihter, kayıp kalbinin ardında ne arıyordu? Ve bu taş kalpli dev, Bihter’in geçmişini ne kadar saklıyordu? Cevaplar, bir kayıkçı ve devin karanlık sırlarında gizliydi. Ve ben, Bihter’in bu karanlık yolculuktan ne zaman döneceğini bilmeden, her adımı daha dikkatlice atmaya başladım.
Bölüm 5: Derinliklere Dönüş Gölün yüzeyi, geceyi ve güneşi birleştiriyor, sanki bir varoluşun uçurumunda asılı kalmış gibi sessizce dalgalanıyordu. Bihter’in kaybolan kalbinin ardında ne olduğunu anlamak için, kayıkçı ve taş kalpli devin arasındaki ince ipi çözmem gerekiyordu. O ip, bir zamanlar kaybolmuş bir aşkı, kaybolmuş bir kimliği ve kaybolmuş bir yeri işaret ediyordu. Ama hala bir şey eksikti. Her şeyin başlangıcını biliyor gibiydim, ama tam olarak nasıl sonlanacağını kestiremiyordum. Bihter, bir zamanlar derin bir aşk yaşamış, ama o aşkı taşlaştırarak içinde bir boşluğa dönüştürmüştü. Kalbi, başkalarının tutsağı olmaktan çok, kendi içindeki acıya, hayal kırıklıklarına ve kayıplara dönüşmüştü. O taşlaşmış kalp, bir zamanlar sevdiği her şeyi dışlamış ve yalnızca kendi acısına odaklanmıştı. Ve ben, kayıkçının gösterdiği bu sırları çözmeye çalışırken, Bihter’in içinde kaybolan bir parça daha vardı. O parça, bana doğru yaklaşıyor gibiydi, ama aynı zamanda uzaklaşıyordu. Kayıkçının teknesi, derin gölde ilerlerken bir anda suyun yüzeyi kararmaya başladı. Göl, her geçen saniyede karanlığa daha çok çekiliyordu. Kayıkçı, teknenin direksiyonunu tersine çevirdi ve büyük bir sessizlik içinde bana döndü. “Bihter’i bulmak istiyorsan, taş kalbinin derinliklerine inmelisin,” dedi. “Ama unutma, her şeyin bedeli vardır. Taş kalbin içine girebilmek, çok büyük bir cesaret ister.” Sözlerinin ağırlığı, içimi sarmıştı. Bihter’in kalbine girmek demek, onun içindeki tüm karanlıkla yüzleşmek demekti. Ve kayıkçı, bunu bilerek bana bir ipucu veriyordu. Ne yazık ki, bu ipucu, tek başıma çözebileceğim bir şey değildi. O taş kalbin içinde bir şey vardı, ama ne olduğunu bilmiyordum. Hangi hatayı yapacağımı, hangi kararı vereceğimi henüz kestiremiyordum. Tekne, bir süre daha ilerledi ve suların derinliklerinde kaybolan bir yerin etrafında döndü. Kayıkçı, sonunda bana döndü ve sakin bir şekilde konuştu: “Taş kalpli dev, bir zamanlar Bihter’i tanıyordu. Ama o, kalbinin taşıma yükünü kaldıramaz hale geldi. Şimdi, yalnızca bir gölge gibi duruyor. O taş kalp, geçmişin izlerini taşıyor, ama kimse gerçekten ne olduğunu bilemiyor.” Ben, kayıkçının sözlerini dinlerken, her geçen saniye bir şeyin eksik olduğunu hissediyordum. Bihter’in kaybolan kalbi, sanki her şeyin bir yansıması gibiydi. Ne kadar yaklaşsam da, o kalbin sırrını çözemiyordum. Bihter’in geçmişi, taş kalbinin içine gömülmüştü, ama geçmişin ne kadar uzaklaştığını hissetmek, onu bir adım daha anlamama engel oluyordu. Ve işte o anda, göldeki devin silueti tekrar belirdi. Taş kalpli dev, teknenin hemen yanına gelerek durdu. Yüksek boynu ve devasa elleriyle kayıkçıya ve bana bakıyordu. Kocaman gözleri, içindeki boşluğu yansıtıyordu. Hiçbir şey söylemeden, yalnızca bizi izliyordu. O devin içinde kaybolan bir şey vardı. Ne kadar yaklaşsam da, o devin kalbinde ne olduğunu anlayamıyordum. Kayıkçı, devin gözlerine baktı ve başını hafifçe eğdi. “Taş kalp, her zaman kaybolan bir parça taşır,” dedi. “Bu devin içinde kaybolan parça, Bihter’in geçmişine benziyor. Ama unutma, taşın içine her şey sığmaz.” Kayıkçının bu sözlerinden sonra her şey daha da karmaşık bir hal aldı. Taş kalpli dev, Bihter’in kaybolan parçasını taşıyor olabilir miydi? Dev, sadece fiziksel gücüyle değil, aynı zamanda geçmişin yükünü de taşıyor gibi görünüyordu. Bihter’in kaybolan parçası, geçmişin karanlık bir yansımasıydı. Ve ben, o yansımanın peşinden gitmek için kayıkçı ve devin bu esrarengiz dünyasında kaybolmaya başlamıştım. Teknenin içinde, kayıkçı ve ben, taş kalbi çözmeye yönelik son bir adım atmak üzereydik. Ama devin gözlerinden bana bakan o karanlık, hiçbir zaman yok olmayacak gibiydi. Kayıkçı, gözlerini kapatıp bir dua gibi fısıldadı: “Bihter’in kalbi, taşlaşmış her şeyin içinde bir sır taşıyor. Bunu çözebilmek, kaybolan bir dünyayı yeniden bulmak demek.” O anda, devin gözlerinde bir ışık belirdi. O ışık, Bihter’in kaybolan kalbinin yansımasıydı. Taş kalpli devin sırrı, kaybolan her şeyin ardındaki ışıkla ortaya çıkacaktı. Ama ben, bu sırra tam olarak nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Kayıkçı tekneyi hızla ilerletti ve suyun yüzeyinde hızla kaybolan gölgeyi takip etti. O an, Bihter’in kaybolan kalbinin ardındaki sırrı çözmek için bir adım daha atmak zorundaydım. Ve kayıkçının rehberliğinde, her şeyin sonunda, taş kalbin ardındaki sırrı çözmeye bir adım daha yaklaştım.
Bölüm 6: Gölgelerin Arasında Tekne, bir ışık parıltısı gibi suların derinliklerinden yükseldi. Kayıkçının yönlendirmesiyle, artık kaybolan kalbin sırrına daha da yaklaşmıştık. Ancak o gölge, devin gözlerinden yayılan karanlıkla birleşmişti. Her geçen an, Bihter’in kaybolan parçası hakkında düşündüklerim daha da karmaşık hale geliyordu. Her şeyin bir anlamı olmalıydı, ama o anlamı bulmak, giderek imkansız bir hale geliyordu. Kayıkçı, teknenin direksiyonunu sıkıca tutarak gözlerini ileriye dikti. “Dikkat et,” dedi, sesi derin bir uyarı taşıyordu. “Taş kalpli devin içindeki karanlık, yalnızca onu anlayabilenlere kendini gösterir. O dev, Bihter’in içindeki boşluğu taşıyor. Ama unutma, her karanlık bir ışık taşır. O ışığı bulabilmen için, geçmişin sislerini aralamalısın.” Geceyi yırtan bir çığlık, suyun derinliklerinden yankılandı. Bihter’in adı, bir rüya gibi etrafımda dolaşırken, kayıkçının söylediklerini derinlemesine düşündüm. Kaybolan bir parça, taşlaşmış bir kalbin içinde neyi simgeliyordu? Geçmişin kaybolan sırları, karanlık bir devir gibi içimi sarıyordu. Birden, devin devasa silueti suyun hemen kenarında beliriverdi. Yüksek, taş kalpli bir devdi ama gözlerinde hâlâ bir insan özlemi vardı. Sadece fiziksel gücüyle değil, aynı zamanda geçmişin taşıdığı tüm yükle var oluyordu. Her şeyin bir anlamı vardı, ama bu anlamın en derin ve kaybolan kısmı, devin taşlaşmış kalbinde gizliydi. Kayıkçı, devin kocaman gözlerine bakarak, “Bihter’in kaybolan parçası, senin içindedir,” dedi. “O taş kalp, bir zamanlar insan olan bir canavarı yansıtır. Ama bir insan, kaybolmuş bir kalbi geri getirebilir mi?” Bu soru, içinde bir cevap barındırıyor gibiydi ama ne yazık ki, o cevaba ulaşmak kolay değildi. Benim gibi bir adam, geçmişin gizemlerine ulaşabilecek kadar güçlü müydü? Ve Bihter, taş kalbinin derinliklerinden çıkıp geri dönebilir miydi? Tekne, devin etrafında dönerken suyun içinde garip bir yankı yükseldi. Ses, bir zamanlar sevilen bir insanın çığlıkları gibiydi. O çığlık, kaybolan bir aşkın yankısıydı. Bihter’in kalbinin boşluğunun içinde yankılanan o ses, benim de içimdeki boşluğu arayan bir yankıya dönüştü. Kayıkçı, ellerini teknenin kenarına koyarak derin bir nefes aldı. “Bu devin içindeki taş kalp, her zaman Bihter’in kaybolan parçasını taşımak zorunda değildi,” dedi. “Ama bazen geçmişin hataları, bir insanın kalbinde taşa dönüşür. O taş, eski bir dünyayı simgeliyor.” Bu sözlerin ardında, bir sırrın kapıları aralanıyordu. Geçmiş, taşlaşmış bir kalbe gömülüydü. Ama Bihter’in kaybolan parçası, aynı zamanda geçmişin hatalarını ve kayıplarını da taşıyordu. Geçmişin taşlaşmış kalbiyle yüzleşmek, ancak karanlıkla yüzleşmekle mümkün olabilirdi. Tekne, devin etrafında dönerken, gölde devin yansıması suyun derinliklerinde kayboldu. O an, her şeyin ardında daha büyük bir sırrın yattığını fark ettim. Bihter’in kaybolan kalbi, taş kalbinin derinliklerine hapsolmuştu. Ama o kalbin içinde kaybolan bir şey vardı, bir parça geçmiş, bir parça aşk. Kayıkçı, sonunda teknenin yönünü değiştirdi ve derin sulardan hızla uzaklaşmaya başladık. “Bihter’in kalbi, taşlaşmış bir geçmişin içinde kaybolmuş olabilir. Ama unutma, her kaybolan şey geri dönebilir. Belki de doğru zamanı bekliyor.” Ve tam o anda, devin silueti kayboldu. Su yüzeyindeki dalgalar, devin arkasında bıraktığı izleri silerken, kayıkçı bana son bir bakış attı. “Kaybolan bir kalbin sırrını çözmek, yalnızca zamanı ve karanlığı bilmekle mümkündür.” Kayıkçı ve ben, gölün kenarına doğru ilerlerken, her şeyin sonu gibi görünen bir noktada durduk. Ancak taş kalpli devin ve Bihter’in kaybolan kalbinin sırrı, hâlâ havada asılı kalıyordu. Ve ben, kayıkçı ve devin gösterdiği bu yolda ilerlemeye devam ettim. O sırlar, derinlere inmişti ama asla kaybolmazlardı.
Bölüm 7: Gölgenin Ardında Gölün kenarındaki tekne, karanlığın içinde yavaşça ilerlerken her şey daha da belirsizleşiyordu. Bihter’in kaybolan kalbi, taşlaşmış devin içindeki gizemle birleşiyor gibiydi. Her geçen saniye, içimdeki boşluk daha da büyüyordu. Kayıkçı, artık teknenin rüzgarla dans eden kadifemsi sesini takmıyor, sessizliğe gömülmüş gibi görünüyordu. Onun gözlerinde bir şey vardı; geçmişin gölgeleriyle birlikte yok olma arzusuyla karışmış bir anlam. Ama neydi bu anlam? Bihter’in kaybolan parçasını arayan ben, bu kaybolan parçanın kendi içimdeki gölgelerle ne kadar örtüştüğünü idrak ediyordum. Kayıkçı, sessizliğin içinden bir anda konuştu. "O taş kalp, yalnızca devin içinde değil, herkesin içinde var. Onu taşlaştıran şey, yaşanmış her acı, her kayıp ve her yanlış karardı. Ama unutma, devin içindeki taş, her zaman bir aşkın yansımasıdır." Onun söylediklerini anlamak, beni daha da derin düşüncelere sürüklüyordu. Bihter, devin taş kalbine ne kadar benziyordu? Kalbi kaybolmuş, kendisini yıllarca kaybolmuş bir parçada aramış bir kadının, devin karanlık yüzüyle nasıl bir ilişkisi vardı? Bihter’i bir yandan kaybetmiş, bir yandan da içindeki boşluğu doldurmaya çalışırken, teknenin o soğuk sularında yavaşça ilerliyorduk. Gözlerim, kayıkçının söylediklerini içselleştirmeye çalışarak, gölün yüzeyindeki ışıklara odaklandı. Birden, teknenin tam önünde, suyun derinliklerinden bir silüet belirdi. O silüet, taş kalpli devin yansımasıydı. Ancak bu defa, silüetin içinde farklı bir şey vardı. Bihter’in silueti, devin siluetinin tam yanında duruyordu. Bihter, o taş kalp gibi donmuş ve kararmış bir figürün içinde, kaybolmuş kalbini arıyordu. Yavaşça suyun üstünden yükseldi ve bir kez daha göz göze geldik. "Sonsuz bir boşluk var içimde," dedi Bihter’in sesi, sadece benim kulaklarımda yankılandı. "Ama içimde bir ışık da var, Behlül. O ışık, kaybolan parçayı bulmak için var." O an, her şeyin anlamını anladım. Bihter’in kaybolan parçası, onun içindeki karanlıkla ilgiliydi. Taşlaşmış kalbi, geçmişin suçlarının yükünü taşıyor, ama aynı zamanda bir kurtuluş ışığını da içinde barındırıyordu. Devin taş kalbi, Bihter’in aradığı o kaybolmuş parçanın yansımasıydı. Ve şimdi, her şey birleşiyordu. Kayıkçı, o an ne kadar gizemli bir figür olduğunu iyice fark ediyordum. Sadece bir rehber değildi. O, kaybolan kalplerin sırrını çözmek için her zaman bekleyen bir figürdü. "İçindeki karanlıkla yüzleşmen gerek," dedi. "Bihter’in kaybolan parçası, sadece geçmişi değil, geleceği de belirleyecek." Tekne durdu. Suyun yüzeyi, devin taş kalbinin devasa yansımasıyla karışmıştı. Bihter, kaybolan kalbinin peşinden giden bir gölge gibi, bir kez daha teknenin etrafında belirdi. Onun içindeki boşluk, taşlaşmış kalp ve geçmişin izleri, artık görünür oluyordu. Bihter’in gözlerinde bir anlık bir değişim fark ettim. Hüzünle karışmış bir arzu, bir kaybolan aşkın hatırasıydı. O hatıra, bir zamanlar yaşadığı sevdanın yansımasıydı. Fakat bir gerçek vardı: Kaybolan kalp, geriye dönülemez bir şekilde değişmişti. O kalp, taşla birleşmişti. Teknenin kenarına, kayıkçı bir kez daha elini uzattı. “Bihter, geçmişi terk edebilirsin,” dedi. “Ama bu geçmiş, her zaman seni bulacak.” Bihter, gölün derinliklerine bakarak bir adım daha attı. Sonra birden, silüeti kayboldu. Gölgeler, onu içine çekti. Ama ben, o kaybolan parçayı tam olarak anlayamıyordum. O an, kaybolan kalbin ardındaki gizem daha da derinleşti. Sadece devin taş kalbi ve kayıkçının söyledikleri vardı. Geçmişin ışığı mı yoksa karanlığı mı arayacaktım? Kayıkçı, gözlerini benden ayırmadan bir adım daha attı. “Bihter’in kaybolan kalbi, senin içinde de var. Ama doğru zamanı bekliyor. İçindeki ışığı bulmalısın, Behlül.” Ve tekne, yeniden hareket etmeye başladı. Gölün derinliklerinden yankılanan bir ses, kaybolan bir kalbin geri dönüşünü simgeliyordu. O ses, Bihter’in içindeki boşluğu, taş kalbinin derinliklerine inmiş bir ışık gibi taşıyordu. Kayıkçı, arkamda sessizce oturuyordu. “Her şey bir gün geri döner,” dedi. “Ama zaman, her şeyin kendini bulması için gereklidir.” O gece, teknenin yönü değişti. Bihter’in kaybolan kalbi, geri dönmek üzereydi. Ama ne zaman, hangi ışıkla geri dönecekti? Bu sorunun cevabını bulmak, bir yolculuk gibi görünüyordu. Ve ben, o yolculukta kaybolan her parçayı bulmaya kararlıydım.
Bölüm 8: Işığın ve Karanlığın Arasında Tekne yavaşça ilerlerken, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına emindim. Gölün derinliklerinden yankılanan bir hüzün, içinde bulunduğum her anı sarhoş ediyordu. Kayıkçı hâlâ sessizdi. Bihter’in kaybolan kalbiyle olan bu yolculukta, sessizliğin kendisi bir anlam taşımaya başlamıştı. Bir zamanlar sadece bir yansıma olan, şimdi ise gerçeğin bir parçası olan taş kalp, her anı derinlemesine hissettiriyordu. Kayıkçı, uzun bir sessizlikten sonra, sadece benim içimde yankılanan bir sesle konuştu. “Bihter’in kalbi kayboldu, ama senin kalbin de kaybolmuştu, Behlül. Her zaman bir eksik var. Taş kalp, belki de eksikliği hatırlatır, belki de tamamlanmayı.” Bihter’in silueti kaybolmuştu, ama yine de o izleri bir yerlerde hissetmeye devam ediyordum. Ne zaman onu bir adım daha yakın hissetsem, kaybolan parçanın ne kadar derinlere gitmiş olduğunu fark ediyordum. Zamanla, geçmişin izleri daha da silikleşiyor, her anı birbirine bağlıyor, taş kalbin ardında bir ışık arıyordum. Tekne, suyun yüzeyinde ilerlemeye devam ederken, kayıkçı birden hızla manevra yapıp beni uyardı. “Geriye bakma, Behlül. Eğer geçmişin ağırlığına düşersen, sana tek bir adım daha atmaya izin vermez.” Benim içimde, taş kalbin ve kaybolan parçaların bir yankısı vardı. Bihter, her ne kadar kaybolmuş olsa da, ben hâlâ onun içindeki karanlıkla yüzleşmeye çalışıyordum. Kayıkçı’nın söylediklerini dinlerken, geçmişin hatıralarına boğulmanın ötesinde, gerçek bir çözüm arıyordum. Işığa mı, yoksa karanlığa mı? Kayıkçı, teknenin rotasını değiştirdiğinde, gözlerim göğün kararmaya başladığına dikkat etti. Gölün derinliklerinden yükselen yansımalarda, Bihter’in taş kalbi daha da görünür hale gelmişti. Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir şey değişmeyecekti. Bihter, kaybolan kalbiyle benimsediği yola devam edecek, ama ben de her şeyin sonunda ona geri dönecek bir noktada olmalıydım. Tekne, nihayet sahile vardı. Gölün derinliklerinden çekilen sis, yerini karanlığa bırakmıştı. Kayıkçı, teknenin küreklerini bırakarak bana bakarak son kez konuştu: “Bu yolculuk sona erdi, Behlül. Ama her şeyin sonu, aynı zamanda bir başlangıçtır. Geriye dönmek istiyorsan, geçmişin yansımasına bakman gerek.” Bihter’in kaybolan kalbinin yansıması, tüm bu yolculuğun bir parçasıydı. O taş kalp, geriye dönmeye çalışan bir sevdanın izlerini taşıyordu. Kayıkçı, elini göğsüne koyarak bana son bir bakış attı. “Bihter’in kalbi kaybolmuş olabilir, ama senin kalbin hep var. Onu bulduğunda, kaybolan parça geri dönecek.” Ben sahilde yalnız kaldığımda, zamanla her şeyin daha da netleştiğini fark ettim. Kaybolan parçayı arayarak, bir yolculuğa çıktım, ama sonunda o yolculuğun beni içimdeki eksikliklerle tanıştırdığını gördüm. Bihter’in taş kalbiyle, bir zamanlar yaşanmış sevdanın yansıması olarak, beni de bir yoldaş olarak bulmuştu. Kendi içimdeki boşluğu fark ettiğimde, her şey tamamlanmış gibi hissettim. Bihter, bir zamanlar kaybolan kalbiyle, geriye dönmüştü. Ama bu defa, bir ışıkla geri dönmüş, geçmişin izleri ve taş kalbin gölgesinden kurtulmuştu. Bir yolculuk sona erdiğinde, sadece bir şey kalır: Kendi içindeki yolculuk. Ve ben, sonunda o yolculukla yüzleşmiş, kaybolan parçayı bulmuştum. Tekne, artık uzaklardan görünmez olmuştu. Gökyüzü ise, yavaşça aydınlanmaya başlıyordu.
Türk mitolojisi atmayı düşünüyomusunuz bence çok ilgi çekici özellikle Gök tanrı inancının hep tek tanrılı inanç olduğunu söylemişlerdi ben çok tanrılı olduğunu öğrenince şaşırmıştım
Bölüm 1: Kayıkçı ve Taş Kalpli Dev
Gecenin karanlığına karışan ince rüzgarın, arada bir ulu çınarların dallarından geçerek kulağıma fısıldadığı sözler vardı. Bu gece, yıllardır hiç tanımadığım bir huzursuzlukla doluydu. Her adımımın yankısı, derin gövdeli taş binaların duvarlarından geri dönüyordu. Şehir, bir zamanlar tanıdık gelen yüzleri ve caddeleriyle, artık bana yabancı bir labirent gibi geliyordu. Ama bu gece kayıkçı ve dev ile olan hesaplaşmamın çok daha büyük bir anlam taşıyacağını hissediyordum.
Bihter’i düşünüyordum. Ona olan bağlılığım, bazen beni bir adım daha ileri gitmeye zorluyor, bazen ise geri çekilmeye. Ama asla ondan uzaklaşmak, onu unutmak mümkün olmuyordu. Hiçbir şeyin kaybolması, silinmesi gibi bir şey söz konusu değildi. Her an, her his bir iz bırakıyordu ve Bihter, bir iz gibi yaşamımın her köşesine sızmıştı. O, karmaşık bir denklem gibi; çözmeye çalıştıkça daha da karmaşıklaşıyor, ne kadar uzaklaşırsam o kadar bana yaklaşıyordu.
Bu akşam, kayıkçı ve dev arasındaki olayların karanlık bağlarını çözmem gerekirdi. Birçok şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığı, her şeyin çok daha derin bir anlam taşıdığı bir dünyada yaşıyorduk. Ve ben, içinde bulunduğum bu karanlık yerin sadece bir parçasıydım.
Yavaşça, kayıkçının teknesinin durduğu gölün kenarına adım attım. Her şey sessizdi. Fakat bu sessizlik, bir felaketten önceki huzursuzluğu taşıyan bir sessizlikti. Kayıkçı, şehri terk eden bu kayıkla gölün ortasında bekliyordu. Onun hikayesini çok duymuştum, ama şimdi karşı karşıya geliyorduk.
Kayıkçı, sıradan bir adam gibi görünüyordu, ama her biri farklı bir sır taşıyan tek bir gözlük takmıştı. Gözlüğü, karanlık gölün yansımasında kayboluyor, sanki bir kuş tüyünden yapılmış gibi titrek bir parıltı veriyordu. Kayıkçıyı tanıdım, ama onu bir türlü anlamak mümkün olmamıştı. Taş kalpli devin sırrını da taşıyan bir adamdı.
“Geceyi mi bekliyorsun?” dedim, sesim yankılandı gölün üzerinde.
Kayıkçı, bana baktı ama hiçbir şey söylemedi. Aramızdaki sessizlik, zamanın geçişini hızlandıran bir tuzağa dönüşüyordu. Gözlüğünün arkasındaki derin boşlukta, yansıyan kayık, gölün dibine batıyordu. Bir şeyler hissediyordum; kayıkçı bana tek bir söz bile söylemeden her şeyin anlamını gizliyordu.
Bir adım attım, ama ona yaklaşmak, onu çözmek, her şeyin başlangıcını anlamak için yeterli olmuyordu. Kayıkçı, beni izliyordu. Bu gözler, geçmişin yıkıcı izlerini taşıyordu.
Gölün kenarında ise, taş kalpli devin devasa silueti belirdi. Geceyi aydınlatan tek ışık, devin gözlerinden çıkıyordu. Ama bu ışık, bir umut ışığı değildi; karanlık bir gölge gibi etrafı sarıyordu. Taş kalpli dev, kayıkçının kayığını geçerken tek bir kelime dahi etmeden suya doğru bakıyordu. Ne kayıkçı ne de dev birbirini rahatsız ediyordu. Ama orada bir şey vardı, bir şeyin kaybolmasına izin verilmiyordu.
Benim, bu dünyada kaybolmadan var olmam gerekiyordu. Gecenin bir köşesinde bu dev ve kayıkçı arasındaki sırları çözmek, her şeyin başlangıcını anlamak zorundaydım. Ve Bihter, bu sırrın merkezindeydi. O, her şeyin anahtarıydı. Ama bunu nasıl başaracağımı, nasıl bir adım atacağımı hala bilmiyordum.
---
Bölüm 2: Gölün Derinliklerinde
Kayıkçı ve dev, birbirlerinden ayrılmış gibi görünüyorlardı. Ancak onları ayıran sadece suyun yüzeyi değildi. Derinlerde bir bağ vardı, görünmeyen bir ip. O bağ, her ikisini de birbirine bağlıyor ve her ikisi de bu bağdan kaçmaya çalışıyordu. Ama ne kayıkçı ne de dev bu bağdan kurtulabiliyordu. Her hareketleri, onları daha da yakınlaştırıyordu. Benimse, bu karmaşık dünyada yapmam gereken bir şey vardı: Her şeyin anlamını keşfetmek.
Bihter’i düşünürken, zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Gölün sakin suyu, bana büyülü bir hissiyat veriyordu. Bihter’in bakışları bir kez daha gözlerimin önüne geldi. Onun içindeki soğukluğu, boşluğu bir kez daha hissettim. Ama bu kez, soğukluğu anlamak daha kolaydı. Onun taş kalbi, bu karanlık devle ilgiliydi. Bihter, o taş kalpli devin bir parçasıydı ve kayıkçı, Bihter’i izleyen gölgelerden biriydi.
“Devin gücü, kayıkçının sırlarını saklıyor,” diye fısıldadım. Bu sözler, bir ip gibi girdi zihnime. Ve ben, her şeyi anlamak için bir adım daha atmak zorundaydım.
Bir adım daha attım ve gölün kenarında duran kayıkçıya doğru ilerledim. Bu gece, her şeyin sırrına dair bir şeyler bulmalıydım.
Bölüm 3: Taş Kalbin Ardındaki Sır
Gölün kenarında ilerlerken, bir zamanlar bana tanıdık gelen bu yerin şimdi yabancılaştığını fark ettim. Gölün suları sessizce akıyor, her dalga eski hatıraların yankılarını taşıyordu. Kayıkçı, hala hiçbir şey söylemeden teknesinde bekliyordu. O tuhaf bakışları, her an bir şeyler söyleyecekmiş gibi bana yönelmişti, ama ağzından tek kelime çıkmıyordu. Her hareketi dikkatlice izliyor, en küçük bir ipucunu yakalamaya çalışıyordum.
Ama şimdi, kayıkçıdan çok taş kalpli devin varlığı bana daha fazla anlam taşıyordu. Dev, yerinden kıpırdamadan duruyordu. O devasa bedeninin, suyun yansımasında kaybolan silueti, gizemli bir tehdit gibi havada asılı duruyordu. O devin taş kalbi, tıpkı Bihter’in kalbi gibi, bir zamanlar kırılmıştı. Bihter, bir kırık taş gibi, içinde sakladığı karanlıkla çevresindeki her şeyi etkiliyordu. Ben, bu taş kalbin ardındaki sırrı çözmeye çalışırken, kayıkçının da bir parçası olduğu bu karmaşanın nasıl bir sonla biteceğini bilmek istiyordum.
“Bir gün gelir, her şeyin bedelini ödeyeceksin,” dedi kayıkçı, nihayet ilk kez sesini duyurmuştu. Ama bu cümle, beklediğim kadar basit değildi. Cümlesinin içindeki derin anlam, sanki kayıkçıdan değil de benden geliyormuş gibi bir hisse kapıldım. Kayıkçı, her ne kadar suskun kalsa da, bu dünyadan bir parça değil gibi hissediyordu. O, hem burada hem de başka bir yerde var olan bir varlıktı.
Kayıkçı, bir süre sustu, derin düşünceler içine girmiş gibi görünüyordu. Gözlüğünü biraz daha aşağıya çekti, bakışları bana odaklandı. “Bihter’in sırrı, taş kalpli devin içindedir,” dedi. Sözleri, geceyi daha da karanlıklaştıran bir hüzün taşıyordu.
“Bihter mi?” dedim, şaşkın bir şekilde. “O nasıl mümkün olabilir?”
Kayıkçı başını hafifçe salladı. “O, taş kalbinin ardında saklı olan bir gizemi taşıyor. Taş kalpli dev de bunun farkında, ama kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemiyor. Herkes, kendi içinde taşlaşan bir parçayı taşır, Bihter de bu parçayı en derinlerinde gizlemiştir.”
Bu cümle, içimdeki karanlık köşeleri aydınlatmaya başladı. Bihter’in soğukluğu, her adımında taşlaşmış bir dünyayı işaret ediyordu. Taş kalpli dev, Bihter’in kaybolan parçasını arıyordu. Bihter, kaybolan kalbinin peşinden sürüklendiği bu karanlık yolculukta, bir kayıkçı ve bir devin arasında sıkışıp kalmıştı. Ama ben, Bihter’in ne kadar derin bir boşlukta olduğunu anlamamıştım. Şimdi, bu kayıkçı ve dev arasındaki sırrı çözmem gerekecekti.
Bihter’in bana dair tüm hisleri, taş kalpli devin içindeki soğukluğa dönüştü. Ve ben, Bihter’in ne kadar derin bir çelişki içinde olduğunu anlamak için, kayıkçıyla bu geceyi sonlandırmam gerekiyordu. Ama kayıkçı, bana bu sırrı vermek için bekliyordu.
“Bihter’in kalbi, taşlaşmış bir yürekten ibaret değil,” dedi kayıkçı. “O, kaybolan bir dünyanın peşinden sürükleniyor. O taş kalp, her adımda bir sır taşır. Bihter, her an biraz daha içeriye çekiliyor, biraz daha karanlıkta kayboluyor.”
Bihter’in kalbinde bir taş vardı, ama o taş kalbin, ona ne kadar yakın olduğumu gösterecekti. Bihter’in sırrı, kayıkçının ve devin bağında saklıydı. O sırrı çözmem gerekiyordu.
---
Bölüm 4: Sırlar Suya Karışırken
Gölün derinliklerinden, taş kalpli devin sessizliği hâlâ sürüyordu. Onun gözlerinde bir şeyler aradım, ama ne bir umut ışığı, ne de bir çıkış yolu bulabildim. Dev, kayıkçıyı izlerken, aynı zamanda kendini de izliyordu. Gözlerinde bir boşluk vardı. O boşluk, sadece geçmişin karanlık anılarını değil, aynı zamanda geleceğin de belirli bir kısmını saklıyordu.
Bihter’i düşünmeye devam ettim. Onun içinde kaybolan o taş kalp, aslında neydi? Bir zamanlar sevdiği ve kaybettiği her şeyin kırıntısı mıydı? Ya da belki, kaybolmuş bir kalbin peşinden sürüklenirken, kendi kimliğini de unutmuştu. Bir aşk, bir kayıp, bir hayal kırıklığı. Bihter’in taşlaşmış dünyası, bir noktada kaybolmuştu. Ama kaybolmuş neydi? O taş kalp mi, yoksa Bihter’in kimliği mi?
Kayıkçı ve devin arasındaki bağları çözmeye başladım. Her iki taraf da, bu kayıp kalbin peşindeydi, ama bir türlü birbirlerine yaklaşamıyordu. Dev, taş kalbi ararken kayıkçı, ona yardımcı oluyordu. Ama hiçbiri, bu sırrı çözmeye cesaret edemiyordu. Kayıkçı, devin sırrını ortaya çıkarmak istiyordu, ama dev, kendi sırrını ortaya koymak istemiyordu.
Sonunda, Bihter’in gerçek sırrını çözebilmek için her şeyin bir araya gelmesi gerekti. Bihter’in taş kalbiyle, kayıkçının gölün derinliklerinden çıkardığı sırrın bağlantısını bulmalıyım. O zaman, her şey anlam kazanacaktı. Ama kayıkçı, kaybolan zamanın içinde bir ipucu vermekle yetindi. Ve ben, o ipucunun peşinden gitmeliydim.
Artık, her şeyin bir anlamı olmalıydı. Bihter, kayıp kalbinin ardında ne arıyordu? Ve bu taş kalpli dev, Bihter’in geçmişini ne kadar saklıyordu? Cevaplar, bir kayıkçı ve devin karanlık sırlarında gizliydi. Ve ben, Bihter’in bu karanlık yolculuktan ne zaman döneceğini bilmeden, her adımı daha dikkatlice atmaya başladım.
Bölüm 5: Derinliklere Dönüş
Gölün yüzeyi, geceyi ve güneşi birleştiriyor, sanki bir varoluşun uçurumunda asılı kalmış gibi sessizce dalgalanıyordu. Bihter’in kaybolan kalbinin ardında ne olduğunu anlamak için, kayıkçı ve taş kalpli devin arasındaki ince ipi çözmem gerekiyordu. O ip, bir zamanlar kaybolmuş bir aşkı, kaybolmuş bir kimliği ve kaybolmuş bir yeri işaret ediyordu. Ama hala bir şey eksikti. Her şeyin başlangıcını biliyor gibiydim, ama tam olarak nasıl sonlanacağını kestiremiyordum.
Bihter, bir zamanlar derin bir aşk yaşamış, ama o aşkı taşlaştırarak içinde bir boşluğa dönüştürmüştü. Kalbi, başkalarının tutsağı olmaktan çok, kendi içindeki acıya, hayal kırıklıklarına ve kayıplara dönüşmüştü. O taşlaşmış kalp, bir zamanlar sevdiği her şeyi dışlamış ve yalnızca kendi acısına odaklanmıştı. Ve ben, kayıkçının gösterdiği bu sırları çözmeye çalışırken, Bihter’in içinde kaybolan bir parça daha vardı. O parça, bana doğru yaklaşıyor gibiydi, ama aynı zamanda uzaklaşıyordu.
Kayıkçının teknesi, derin gölde ilerlerken bir anda suyun yüzeyi kararmaya başladı. Göl, her geçen saniyede karanlığa daha çok çekiliyordu. Kayıkçı, teknenin direksiyonunu tersine çevirdi ve büyük bir sessizlik içinde bana döndü. “Bihter’i bulmak istiyorsan, taş kalbinin derinliklerine inmelisin,” dedi. “Ama unutma, her şeyin bedeli vardır. Taş kalbin içine girebilmek, çok büyük bir cesaret ister.”
Sözlerinin ağırlığı, içimi sarmıştı. Bihter’in kalbine girmek demek, onun içindeki tüm karanlıkla yüzleşmek demekti. Ve kayıkçı, bunu bilerek bana bir ipucu veriyordu. Ne yazık ki, bu ipucu, tek başıma çözebileceğim bir şey değildi. O taş kalbin içinde bir şey vardı, ama ne olduğunu bilmiyordum. Hangi hatayı yapacağımı, hangi kararı vereceğimi henüz kestiremiyordum.
Tekne, bir süre daha ilerledi ve suların derinliklerinde kaybolan bir yerin etrafında döndü. Kayıkçı, sonunda bana döndü ve sakin bir şekilde konuştu: “Taş kalpli dev, bir zamanlar Bihter’i tanıyordu. Ama o, kalbinin taşıma yükünü kaldıramaz hale geldi. Şimdi, yalnızca bir gölge gibi duruyor. O taş kalp, geçmişin izlerini taşıyor, ama kimse gerçekten ne olduğunu bilemiyor.”
Ben, kayıkçının sözlerini dinlerken, her geçen saniye bir şeyin eksik olduğunu hissediyordum. Bihter’in kaybolan kalbi, sanki her şeyin bir yansıması gibiydi. Ne kadar yaklaşsam da, o kalbin sırrını çözemiyordum. Bihter’in geçmişi, taş kalbinin içine gömülmüştü, ama geçmişin ne kadar uzaklaştığını hissetmek, onu bir adım daha anlamama engel oluyordu.
Ve işte o anda, göldeki devin silueti tekrar belirdi. Taş kalpli dev, teknenin hemen yanına gelerek durdu. Yüksek boynu ve devasa elleriyle kayıkçıya ve bana bakıyordu. Kocaman gözleri, içindeki boşluğu yansıtıyordu. Hiçbir şey söylemeden, yalnızca bizi izliyordu. O devin içinde kaybolan bir şey vardı. Ne kadar yaklaşsam da, o devin kalbinde ne olduğunu anlayamıyordum.
Kayıkçı, devin gözlerine baktı ve başını hafifçe eğdi. “Taş kalp, her zaman kaybolan bir parça taşır,” dedi. “Bu devin içinde kaybolan parça, Bihter’in geçmişine benziyor. Ama unutma, taşın içine her şey sığmaz.”
Kayıkçının bu sözlerinden sonra her şey daha da karmaşık bir hal aldı. Taş kalpli dev, Bihter’in kaybolan parçasını taşıyor olabilir miydi? Dev, sadece fiziksel gücüyle değil, aynı zamanda geçmişin yükünü de taşıyor gibi görünüyordu. Bihter’in kaybolan parçası, geçmişin karanlık bir yansımasıydı. Ve ben, o yansımanın peşinden gitmek için kayıkçı ve devin bu esrarengiz dünyasında kaybolmaya başlamıştım.
Teknenin içinde, kayıkçı ve ben, taş kalbi çözmeye yönelik son bir adım atmak üzereydik. Ama devin gözlerinden bana bakan o karanlık, hiçbir zaman yok olmayacak gibiydi. Kayıkçı, gözlerini kapatıp bir dua gibi fısıldadı: “Bihter’in kalbi, taşlaşmış her şeyin içinde bir sır taşıyor. Bunu çözebilmek, kaybolan bir dünyayı yeniden bulmak demek.”
O anda, devin gözlerinde bir ışık belirdi. O ışık, Bihter’in kaybolan kalbinin yansımasıydı. Taş kalpli devin sırrı, kaybolan her şeyin ardındaki ışıkla ortaya çıkacaktı. Ama ben, bu sırra tam olarak nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum.
Kayıkçı tekneyi hızla ilerletti ve suyun yüzeyinde hızla kaybolan gölgeyi takip etti. O an, Bihter’in kaybolan kalbinin ardındaki sırrı çözmek için bir adım daha atmak zorundaydım. Ve kayıkçının rehberliğinde, her şeyin sonunda, taş kalbin ardındaki sırrı çözmeye bir adım daha yaklaştım.
Bölüm 6: Gölgelerin Arasında
Tekne, bir ışık parıltısı gibi suların derinliklerinden yükseldi. Kayıkçının yönlendirmesiyle, artık kaybolan kalbin sırrına daha da yaklaşmıştık. Ancak o gölge, devin gözlerinden yayılan karanlıkla birleşmişti. Her geçen an, Bihter’in kaybolan parçası hakkında düşündüklerim daha da karmaşık hale geliyordu. Her şeyin bir anlamı olmalıydı, ama o anlamı bulmak, giderek imkansız bir hale geliyordu.
Kayıkçı, teknenin direksiyonunu sıkıca tutarak gözlerini ileriye dikti. “Dikkat et,” dedi, sesi derin bir uyarı taşıyordu. “Taş kalpli devin içindeki karanlık, yalnızca onu anlayabilenlere kendini gösterir. O dev, Bihter’in içindeki boşluğu taşıyor. Ama unutma, her karanlık bir ışık taşır. O ışığı bulabilmen için, geçmişin sislerini aralamalısın.”
Geceyi yırtan bir çığlık, suyun derinliklerinden yankılandı. Bihter’in adı, bir rüya gibi etrafımda dolaşırken, kayıkçının söylediklerini derinlemesine düşündüm. Kaybolan bir parça, taşlaşmış bir kalbin içinde neyi simgeliyordu? Geçmişin kaybolan sırları, karanlık bir devir gibi içimi sarıyordu.
Birden, devin devasa silueti suyun hemen kenarında beliriverdi. Yüksek, taş kalpli bir devdi ama gözlerinde hâlâ bir insan özlemi vardı. Sadece fiziksel gücüyle değil, aynı zamanda geçmişin taşıdığı tüm yükle var oluyordu. Her şeyin bir anlamı vardı, ama bu anlamın en derin ve kaybolan kısmı, devin taşlaşmış kalbinde gizliydi.
Kayıkçı, devin kocaman gözlerine bakarak, “Bihter’in kaybolan parçası, senin içindedir,” dedi. “O taş kalp, bir zamanlar insan olan bir canavarı yansıtır. Ama bir insan, kaybolmuş bir kalbi geri getirebilir mi?”
Bu soru, içinde bir cevap barındırıyor gibiydi ama ne yazık ki, o cevaba ulaşmak kolay değildi. Benim gibi bir adam, geçmişin gizemlerine ulaşabilecek kadar güçlü müydü? Ve Bihter, taş kalbinin derinliklerinden çıkıp geri dönebilir miydi?
Tekne, devin etrafında dönerken suyun içinde garip bir yankı yükseldi. Ses, bir zamanlar sevilen bir insanın çığlıkları gibiydi. O çığlık, kaybolan bir aşkın yankısıydı. Bihter’in kalbinin boşluğunun içinde yankılanan o ses, benim de içimdeki boşluğu arayan bir yankıya dönüştü.
Kayıkçı, ellerini teknenin kenarına koyarak derin bir nefes aldı. “Bu devin içindeki taş kalp, her zaman Bihter’in kaybolan parçasını taşımak zorunda değildi,” dedi. “Ama bazen geçmişin hataları, bir insanın kalbinde taşa dönüşür. O taş, eski bir dünyayı simgeliyor.”
Bu sözlerin ardında, bir sırrın kapıları aralanıyordu. Geçmiş, taşlaşmış bir kalbe gömülüydü. Ama Bihter’in kaybolan parçası, aynı zamanda geçmişin hatalarını ve kayıplarını da taşıyordu. Geçmişin taşlaşmış kalbiyle yüzleşmek, ancak karanlıkla yüzleşmekle mümkün olabilirdi.
Tekne, devin etrafında dönerken, gölde devin yansıması suyun derinliklerinde kayboldu. O an, her şeyin ardında daha büyük bir sırrın yattığını fark ettim. Bihter’in kaybolan kalbi, taş kalbinin derinliklerine hapsolmuştu. Ama o kalbin içinde kaybolan bir şey vardı, bir parça geçmiş, bir parça aşk.
Kayıkçı, sonunda teknenin yönünü değiştirdi ve derin sulardan hızla uzaklaşmaya başladık. “Bihter’in kalbi, taşlaşmış bir geçmişin içinde kaybolmuş olabilir. Ama unutma, her kaybolan şey geri dönebilir. Belki de doğru zamanı bekliyor.”
Ve tam o anda, devin silueti kayboldu. Su yüzeyindeki dalgalar, devin arkasında bıraktığı izleri silerken, kayıkçı bana son bir bakış attı. “Kaybolan bir kalbin sırrını çözmek, yalnızca zamanı ve karanlığı bilmekle mümkündür.”
Kayıkçı ve ben, gölün kenarına doğru ilerlerken, her şeyin sonu gibi görünen bir noktada durduk. Ancak taş kalpli devin ve Bihter’in kaybolan kalbinin sırrı, hâlâ havada asılı kalıyordu. Ve ben, kayıkçı ve devin gösterdiği bu yolda ilerlemeye devam ettim. O sırlar, derinlere inmişti ama asla kaybolmazlardı.
Bölüm 7: Gölgenin Ardında
Gölün kenarındaki tekne, karanlığın içinde yavaşça ilerlerken her şey daha da belirsizleşiyordu. Bihter’in kaybolan kalbi, taşlaşmış devin içindeki gizemle birleşiyor gibiydi. Her geçen saniye, içimdeki boşluk daha da büyüyordu. Kayıkçı, artık teknenin rüzgarla dans eden kadifemsi sesini takmıyor, sessizliğe gömülmüş gibi görünüyordu. Onun gözlerinde bir şey vardı; geçmişin gölgeleriyle birlikte yok olma arzusuyla karışmış bir anlam. Ama neydi bu anlam? Bihter’in kaybolan parçasını arayan ben, bu kaybolan parçanın kendi içimdeki gölgelerle ne kadar örtüştüğünü idrak ediyordum.
Kayıkçı, sessizliğin içinden bir anda konuştu. "O taş kalp, yalnızca devin içinde değil, herkesin içinde var. Onu taşlaştıran şey, yaşanmış her acı, her kayıp ve her yanlış karardı. Ama unutma, devin içindeki taş, her zaman bir aşkın yansımasıdır."
Onun söylediklerini anlamak, beni daha da derin düşüncelere sürüklüyordu. Bihter, devin taş kalbine ne kadar benziyordu? Kalbi kaybolmuş, kendisini yıllarca kaybolmuş bir parçada aramış bir kadının, devin karanlık yüzüyle nasıl bir ilişkisi vardı? Bihter’i bir yandan kaybetmiş, bir yandan da içindeki boşluğu doldurmaya çalışırken, teknenin o soğuk sularında yavaşça ilerliyorduk. Gözlerim, kayıkçının söylediklerini içselleştirmeye çalışarak, gölün yüzeyindeki ışıklara odaklandı.
Birden, teknenin tam önünde, suyun derinliklerinden bir silüet belirdi. O silüet, taş kalpli devin yansımasıydı. Ancak bu defa, silüetin içinde farklı bir şey vardı. Bihter’in silueti, devin siluetinin tam yanında duruyordu. Bihter, o taş kalp gibi donmuş ve kararmış bir figürün içinde, kaybolmuş kalbini arıyordu. Yavaşça suyun üstünden yükseldi ve bir kez daha göz göze geldik.
"Sonsuz bir boşluk var içimde," dedi Bihter’in sesi, sadece benim kulaklarımda yankılandı. "Ama içimde bir ışık da var, Behlül. O ışık, kaybolan parçayı bulmak için var."
O an, her şeyin anlamını anladım. Bihter’in kaybolan parçası, onun içindeki karanlıkla ilgiliydi. Taşlaşmış kalbi, geçmişin suçlarının yükünü taşıyor, ama aynı zamanda bir kurtuluş ışığını da içinde barındırıyordu. Devin taş kalbi, Bihter’in aradığı o kaybolmuş parçanın yansımasıydı. Ve şimdi, her şey birleşiyordu.
Kayıkçı, o an ne kadar gizemli bir figür olduğunu iyice fark ediyordum. Sadece bir rehber değildi. O, kaybolan kalplerin sırrını çözmek için her zaman bekleyen bir figürdü. "İçindeki karanlıkla yüzleşmen gerek," dedi. "Bihter’in kaybolan parçası, sadece geçmişi değil, geleceği de belirleyecek."
Tekne durdu. Suyun yüzeyi, devin taş kalbinin devasa yansımasıyla karışmıştı. Bihter, kaybolan kalbinin peşinden giden bir gölge gibi, bir kez daha teknenin etrafında belirdi. Onun içindeki boşluk, taşlaşmış kalp ve geçmişin izleri, artık görünür oluyordu.
Bihter’in gözlerinde bir anlık bir değişim fark ettim. Hüzünle karışmış bir arzu, bir kaybolan aşkın hatırasıydı. O hatıra, bir zamanlar yaşadığı sevdanın yansımasıydı. Fakat bir gerçek vardı: Kaybolan kalp, geriye dönülemez bir şekilde değişmişti. O kalp, taşla birleşmişti.
Teknenin kenarına, kayıkçı bir kez daha elini uzattı. “Bihter, geçmişi terk edebilirsin,” dedi. “Ama bu geçmiş, her zaman seni bulacak.”
Bihter, gölün derinliklerine bakarak bir adım daha attı. Sonra birden, silüeti kayboldu. Gölgeler, onu içine çekti. Ama ben, o kaybolan parçayı tam olarak anlayamıyordum. O an, kaybolan kalbin ardındaki gizem daha da derinleşti. Sadece devin taş kalbi ve kayıkçının söyledikleri vardı. Geçmişin ışığı mı yoksa karanlığı mı arayacaktım?
Kayıkçı, gözlerini benden ayırmadan bir adım daha attı. “Bihter’in kaybolan kalbi, senin içinde de var. Ama doğru zamanı bekliyor. İçindeki ışığı bulmalısın, Behlül.”
Ve tekne, yeniden hareket etmeye başladı. Gölün derinliklerinden yankılanan bir ses, kaybolan bir kalbin geri dönüşünü simgeliyordu. O ses, Bihter’in içindeki boşluğu, taş kalbinin derinliklerine inmiş bir ışık gibi taşıyordu.
Kayıkçı, arkamda sessizce oturuyordu. “Her şey bir gün geri döner,” dedi. “Ama zaman, her şeyin kendini bulması için gereklidir.”
O gece, teknenin yönü değişti. Bihter’in kaybolan kalbi, geri dönmek üzereydi. Ama ne zaman, hangi ışıkla geri dönecekti? Bu sorunun cevabını bulmak, bir yolculuk gibi görünüyordu. Ve ben, o yolculukta kaybolan her parçayı bulmaya kararlıydım.
Bölüm 8: Işığın ve Karanlığın Arasında
Tekne yavaşça ilerlerken, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına emindim. Gölün derinliklerinden yankılanan bir hüzün, içinde bulunduğum her anı sarhoş ediyordu. Kayıkçı hâlâ sessizdi. Bihter’in kaybolan kalbiyle olan bu yolculukta, sessizliğin kendisi bir anlam taşımaya başlamıştı. Bir zamanlar sadece bir yansıma olan, şimdi ise gerçeğin bir parçası olan taş kalp, her anı derinlemesine hissettiriyordu.
Kayıkçı, uzun bir sessizlikten sonra, sadece benim içimde yankılanan bir sesle konuştu. “Bihter’in kalbi kayboldu, ama senin kalbin de kaybolmuştu, Behlül. Her zaman bir eksik var. Taş kalp, belki de eksikliği hatırlatır, belki de tamamlanmayı.”
Bihter’in silueti kaybolmuştu, ama yine de o izleri bir yerlerde hissetmeye devam ediyordum. Ne zaman onu bir adım daha yakın hissetsem, kaybolan parçanın ne kadar derinlere gitmiş olduğunu fark ediyordum. Zamanla, geçmişin izleri daha da silikleşiyor, her anı birbirine bağlıyor, taş kalbin ardında bir ışık arıyordum.
Tekne, suyun yüzeyinde ilerlemeye devam ederken, kayıkçı birden hızla manevra yapıp beni uyardı. “Geriye bakma, Behlül. Eğer geçmişin ağırlığına düşersen, sana tek bir adım daha atmaya izin vermez.”
Benim içimde, taş kalbin ve kaybolan parçaların bir yankısı vardı. Bihter, her ne kadar kaybolmuş olsa da, ben hâlâ onun içindeki karanlıkla yüzleşmeye çalışıyordum. Kayıkçı’nın söylediklerini dinlerken, geçmişin hatıralarına boğulmanın ötesinde, gerçek bir çözüm arıyordum. Işığa mı, yoksa karanlığa mı?
Kayıkçı, teknenin rotasını değiştirdiğinde, gözlerim göğün kararmaya başladığına dikkat etti. Gölün derinliklerinden yükselen yansımalarda, Bihter’in taş kalbi daha da görünür hale gelmişti. Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir şey değişmeyecekti. Bihter, kaybolan kalbiyle benimsediği yola devam edecek, ama ben de her şeyin sonunda ona geri dönecek bir noktada olmalıydım.
Tekne, nihayet sahile vardı. Gölün derinliklerinden çekilen sis, yerini karanlığa bırakmıştı. Kayıkçı, teknenin küreklerini bırakarak bana bakarak son kez konuştu: “Bu yolculuk sona erdi, Behlül. Ama her şeyin sonu, aynı zamanda bir başlangıçtır. Geriye dönmek istiyorsan, geçmişin yansımasına bakman gerek.”
Bihter’in kaybolan kalbinin yansıması, tüm bu yolculuğun bir parçasıydı. O taş kalp, geriye dönmeye çalışan bir sevdanın izlerini taşıyordu. Kayıkçı, elini göğsüne koyarak bana son bir bakış attı. “Bihter’in kalbi kaybolmuş olabilir, ama senin kalbin hep var. Onu bulduğunda, kaybolan parça geri dönecek.”
Ben sahilde yalnız kaldığımda, zamanla her şeyin daha da netleştiğini fark ettim. Kaybolan parçayı arayarak, bir yolculuğa çıktım, ama sonunda o yolculuğun beni içimdeki eksikliklerle tanıştırdığını gördüm. Bihter’in taş kalbiyle, bir zamanlar yaşanmış sevdanın yansıması olarak, beni de bir yoldaş olarak bulmuştu. Kendi içimdeki boşluğu fark ettiğimde, her şey tamamlanmış gibi hissettim.
Bihter, bir zamanlar kaybolan kalbiyle, geriye dönmüştü. Ama bu defa, bir ışıkla geri dönmüş, geçmişin izleri ve taş kalbin gölgesinden kurtulmuştu. Bir yolculuk sona erdiğinde, sadece bir şey kalır: Kendi içindeki yolculuk. Ve ben, sonunda o yolculukla yüzleşmiş, kaybolan parçayı bulmuştum.
Tekne, artık uzaklardan görünmez olmuştu. Gökyüzü ise, yavaşça aydınlanmaya başlıyordu.